Ramazanın ikinci gecesi çalışmalarım nedeni ile sahura kadar çalışıp yazdım. Sahur sonrası sabah ezanı okundu, biraz Kuran okuduktan sonra uykum yine gelmedi. Bilgisayarı karıştırırken Mahzuni Şerifin “nem kaldı” türküsü eşliğinde bir klibe takıldım. Aslında türküden çok o paylaşılan eski adet ve geleneklerimize baktım. Çok hoşuma gitti ve çocukluğumu hatırladım. Sonra Facede bu güzel adetlerimizin toplandığı albümü paylaştım. Tabi yeni nesile sorsan aman o eskidendi deyip geçerler.
Eskiden herşeyin tadı tuzu vardı, yemeklerin, örf ve adetlerin kaybolduğunu görünce, dostluğun, samimiyetin, komşuluğun, bir arada yemek yemenin, hal ve hatırların sorulmasınında kaybolduğunu görmüş olduk.
Ramazan aylarında durumu iyi olanlar mutlaka akşamları iftara bir komşusunu çağırır iftarı beraber açarlardı. Ben bunu rahmetli babamdan gördüğüm için hiç unutmam. Hatta bayramlarda namaz sonrası kahvaltı yapılırdı, bu kahvaltıya üç beş aileyi çağırır beraber aynı sofraya oturulurdu.
Allah ne verdi ise kendi el emeği olan yiyecekler hazırlanır doğal olarak yenirdi. Şimdi bakıyoruz akşam vakti insanları bir telaş sarıyor nerede ise herkes fırın kapısı bekliyor. Sanki dünyayı karnımıza dolduracağız.
Ramazanın ikinci günü akşam ev ahalisi ve torunla beraber akşam iftarındayız. Baktım normal gün gibi bir hazırlık yapılmış ve ortaya geldi, iftar açıldı, hemde herkes doydu ve yemek baktım kaldı.
Ben bundan on sene önce elime ne gçerse, canım ne çekerse alır gelirdim. Sanki hepisini yiyeceğiz, kıtlık gelmiş gibi saldırıdık. Eve gelince çocuklar benimle kavga ederdi. Neden bu kadar alıyorsun yenmiyor, fakir fukara yok mu derlerdi. Hakikaten çok doğru bir sözdü, bir çorba içip kalkardım. Demek ki, kör nefsi engelleyememizin nedeni.
Bu kadar alış veriş yaparken birazda evinde bir çorbayla iftar açanları düşünmemiz lazım. Onun için eskileri görünce çok etkilenmedim desem yalan olur. Sonra eskiden herşeyde bir tat ve lezzet vardı inanın.
Ekmek evde yapılır, kuru baklagiller tarladan kalkar, bulgur evde, erişte, mantı evde yapılır, mayalı kendi buğdayımızdan yapılırdı. Hangi birisini sayayım ki, dışardan satın alınsın. Kimse dışardan bir şey almaz evinde yapardı.
Şimdiki hanımların bir eli yağda, diğeri balda olduğuna bakmayın. Kimsede şimdiki gibi doğalgazı bırakın milangaz ocak yoktu. Anam rahmetli memur hanımı olmasına rağmen kapının önündeki ocağı yakar yemekler orada pişerdi. Tandır yanıyorsa konu komşuda çömleğini getirir tandırda pişirirdi.
Hele Ramazan ayına ekin biçme zamanı gelirse o artık bir ayrı meşakkatti. Orucunu kimse yemez, orakla, tırpanla öğleye kadar ekin biçer sonrada gelir yatarlardı. Hatta serinlemek için sık sık kafalarını suyun altına tutarlardı.
Hanımların işi daha çok zordu, ev işi, çoluk çocuk, öğleye koyun gelecek onlar sağılacak, sonrada akşama horantaya ocak yakılıp yemek pişirilecek. Küçük çocuklar acıktım diye annelerine koşacak. Anne yufka ekmeğe, ya pekmez, ya pekmez tarhanası veya beyaz pahla dürüp gönderecek. Ben şahsen bunların tamamını yaşadım.
Ramazan kışa denk gelince, şimdiki gibi domates, biber, salatalık, yeşillik ve meyveyi kimse bilmezdi. Son bahardan kalma sebzeler samanlıkta saklanır kışın varsa yenirdi. Üzümlerde eski ılıman evlerde sapları ile asılır kışın sofraya gelirdi.
Onun için diyorum ki, benim Anadolu insanımın yaşam ve hikayesi çok. Bunları zaman zaman yazıyorum, yazmaklada bitmez. Anadolunun örf ve adetleri ne zaman bitti her yerde kültür bitti. Köylerde bile o eskileri arar olduk beyler.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.